Manisa
06 November, 2024, Wednesday
  • DOLAR
    34.06
  • EURO
    37.74
  • ALTIN
    2730.4
  • BIST
    9833.22
  • BTC
    57646.840$

SAVAŞ, ENERJİ, TARIM

22 June 2022, Wednesday 16:29

24 Şubat tarihinde başlayan savaş başta enerji ve tarım olmak üzere dünyada çok ciddi ekonomik olaylara neden oldu ve olmaya devam ediyor.

Ülkemiz adına kritik noktalara bakmak ve ortaya çıkan tablonun bize yapmamız gerekenler hususunda gösterdiği hedeflere odaklanmak bizim için savaştan çok daha önemli.

Türkiye ile Rusya arasındaki dış ticaret hacmi 2021 yılında 33 milyar doları yakalamış durumdaydı. Rusya ülkemizin dış ticaretinde üçüncü sırada yer alıyordu. Bu açıdan bizim için çok önemli bir ülke. Ukrayna her ne kadar 7 milyar dolarlık hacimle 18. sırada yer alsa da bu ülke ile olan ticaretlerimizde bizim için çok önemli. Çünkü bu ülkeler ile olan ticaretlerin içeriği bizim için çok kritik. Bunlardan en önemlileri günümüzün konjonktürü açısından enerji ve hububat…

Enerji ile başlayalım. Doğalgaz da %99 dışa bağımlı olan ülkemizin 2021 yılında ithal ettiğimiz doğalgazın %45’inden fazlası Rusya’dan gelmiş durumda. Rusya’yı %17 ile İran ve %15 ile Azerbaycan takip ediyor.

Savaşta Ukrayna’yı destekleyen Avrupa doğalgaz ihtiyacının 35’den fazlasını Rusya’dan karşılıyor. Yani Rusya’nın elindeki en büyük koz doğalgazı. Yukarıda ifade edilen oranlar üzerinden basit bir öngörüde bulunursak ambargoculara karşı Rusya’nın doğalgaz arzı ve fiyatları üzerinden yapacağı her hamlenin Türkiye’yi ciddi oranda etkileyeceği aşikâr. Ülkemizdeki elektrik üretimi üretiminin %33’ünün doğalgaza bağlı olduğunu da düşündüğümüzde gerek fiyatlar açısından gerekse bu fiyatların oluşturacağı enflasyon açısından tam anlamıyla bir felaket tablosuyla karşı karşıya kalacağımız çok net bir şekilde anlaşılıyor.

Tarım açısından bakacak olursak 2021 yılında Rusya dünyaya 36 milyar dolarlık tarım ürünü ihraç etti. Türkiye Rusya’dan 4,3 milyar dolarlık tarım ürünü ithal ederek Rusya’nın tarım ürünü ihracatındaki 1 numaralı müşterisi oldu. Hemen arkamızda 2 numara da Çin var. Rusya için tarım ihracatında ülkemizin ağırlığı %12’yken tüm AB ülkelerinin toplamı ancak %13’e ulaşmış durumda.

Türkiye de aynı dönemde Rusya 1,5 milyar dolarlık tarım ve gıda ürünü ihracatı gerçekleştirdi. Rusya da bu alanda bizim 3 numaralı müşterimiz.

Rusya’dan en çok aldığımız ürün buğday. 4,3 milyar dolarlık ithalatın 1,8 milyar doları buğday konulu. Buğday ithalatımızın %78’i Rusya’dan %12’si Ukrayna’dan gerçekleştirildi. Buğdayın hemen ardından ithalatta 1,1 milyar dolarla ayçiçeği yağı yerini almış durumda. Onun da %80’ini yine bu iki ülkeden alıyoruz. Bu arada her iki ürünün ithalatında da Rusya’nın 1 numaralı müşterisiyiz.

Rusya açısından bir diğer liderliğimiz de arpa ithalatında. 309 milyon dolarımız da arpaya gitti.

Hasılı, enerji ve tarım açısından Rusya ve Ukrayna Türkiye için son derece önemli ülkeler. Özellikle de Rusya.

Yukarıda paylaştığımız oranlar ne yazık ki büyük ve güçlü ülke olmayı hedefleyen hiçbir ülke açısından kabul edilebilir bağımlılık oranları değil. Bilançoyu özet halinde gördüğümüze göre şimdi neler yapılması gerektiği hususunda fikir beyan etmeye başlayabiliriz.

Tarım ve gıda konusunda ele alınması gereken çok fazla meselemiz var. Döviz kurlarındaki yükselişlerden ötürü başta gübre ve ilaçlama konulu girdi maliyetlerindeki artışlar, küresel ısınmadan kaynaklanan sorunlar,tarım alanlarının sahipliğindeki problemler, yüksek teknolojiden faydalanılamaması, sermaye eksikliği, kooperatifçiliğin doğru çalışmaması, üretim ve verim artışı konulu bilimsel çalışmaların gereken düzeyde yapılamaması ve yapılan çalışmalardan çıkan sonuçların gereken idrak seviyesine ulaşılamamasından ötürü uygulanamaması, sulama problemleri, lojistik problemleri, üreticiden tüketiciye ulaşana kadar aracılar nedeniyle yükselen fiyatlar, tarım üreticiliğinin sosyal hayatta heves edilen bir meslek alanı olarak nitelendirilmemesinden ötürü gençlerin soğutulması gibi birçok problem var karşımızda. Her birinin ayrı ayrı çözülmesi lazım.

Bu bağlamda; öncelikle çiftçinin eğitimi, kooperatifçilik kanununun sertleştirilmesi ve ciddileştirilmesi, yüksek teknoloji için fon kaynaklarının oluşturulması, gençlere çiftçiliğin özendirilmesi ve üreticiliğin saygınlığının artırılması, üreticiden tüketiciye olan yolculuktaki komisyonculuğun kooperatifler aracılığı ile kısaltılması, küçük üreticilerin yine kooperatif usulü ile bir araya getirilmesi ve bu hususta oluşan dirençlerin gerekirse toprağın devlet gücü ile kırılması, kooperatiflerin de üniversiteler ile işbirliğinin zorunlu hale getirilmesi yoluyla bilimsel yöntemlerle verim ve üretimin artırılması için ortak çalışmalar yapılması, tarım ürünlerinin belirlenen süreler dahilinde üretim belli oranlara ulaşana dek yine belirli oranlardan sonra ihraç edilmesinin yasaklanması, iç talebin karşılanmasının sağlanması sonrası net ihracatçı haline gelinecek şekilde yıllara yaygın bir program dahilinde arzının kontrol edilmesi, devletin tüm bunlardaki kararlılığının hangi sebeplerle olursa olsun zayıflatılmaması başlangıç için doğru hamleler olarak hayat geçmeyi beklemektedir.

Enerji konusuna geri dönecek olursak, Türkiye doğalgaz açısından %99, petrol açısından ise %90 dışa bağımlı bir ülke. Doğalgaz açısından son dönemde özellikle Karadeniz’de bulunan rezervler elbette çok sevindirici. Uzun vadede ciddi desteği olacağı da kesin. Fakat bunlar yetmez. Yeni kaynaklar kadar ithal edilen enerjinin de nasıl kullanılacağı ve ithalatın nasıl azaltılacağı da çok önemli. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere elektrik üretimimizin %33’ü doğalgazla gerçekleştiriliyor ve ithal ettiğimiz doğalgazın %30’ u bu üretime kanalize ediliyor. Bu oranlar gerçekten çok yüksek oranlar. Elektrik üretimindeki doğalgazın payının düşürülmesi bu açıdan bakıldığında çok önemli. Elektrik üretiminde kullanılan diğer kaynaklar ve oranları şu şekilde sıralanıyor: %31 ithal kömür ve linyit, hidroelektrik %17, güneş, rüzgar ve jeotermal %16…

Yani petrol, kömür ve doğalgaz grubundan oluşan fosil yakıtlarla oluşturulan üretim %64 civarındayken hidroelektrik, güneş, rüzgar ve jeotermal kaynaklı yenilenebilir enerjilerden %33’lerde seyrediyor.

Bu tablodan da anlaşılacağı üzere fosil grubunun oranının azaltılıp yenilenebilir enerji grubunun hızla artırılması gerekmektedir. Türkiye özellikle son 10 yılda rüzgar alanında kapasitesini 10 kat artırmayı başarmış, Avrupa’da ilk 5’te Birleşik Krallık, İsveç ve Almanya’dan sonra dördüncülüğü yakalamış durumda. Türkiye 2030’a kadar üretimini 3 kat daha artırmayı planlıyor. Tabi ki bu alanda yapılacak yatırımlara kamu tarafından ciddi destek ve önem verilmesi gerekiyor. Türkiye rüzgar enerjisi projelerine geçen yıl yaklaşık 1 milyar EUR’luk yatırım gerçekleştirirken, AB üyelerinin toplam yatırımı 28 milyar EUR civarında gerçekleşti. 1,2 milyarlık yatırımla geçen yılın şampiyonu Birleşik Krallık olurken ikinciliği ülkemiz kapmış durumda. Hakkaniyetle şunu söylemek gerekir ki rüzgar enerjisi tarafından Türkiye’nin karnesi gayet iyi durumda. 2030 hedeflerinin yakalanması halinde rüzgar enerjisi yatırımları fosilden üretimin azaltılmasında ciddi bir kaynak olarak ekonomimize katkı sunacak.

Diğer yandan rüzgâr enerjisinden üretimi oransal olarak birkaç puan geriden takip eden güneş enerjisinden üretim ülkemiz için çok daha fazla önem arz ediyor. Güneş ışığından dünyaya ulaşan 1 dakikalık enerjinin aslen dünyanın 1 yıllık tüm enerji kullanımdan daha fazla bir potansiyele sahip olduğu düşünüldüğünde bitmek tükenmek bilmeyen bu kaynağın kullanımı tüm dünya ülkeleri için önem taşımakla beraber özellikle ülkemiz gibi enerjide dışa bağımlılığı rekorlar kıran ülkeler için çok daha önemli.

78 ildeki santrallerimizden gerçekleştirilen üretimde özellikle Konya’dakiler ön plana çıkıyor. Konya’yı Ankara, Şanlıurfa, Kayseri ve İzmir takip ediyor.

Güneş enerjisi santrali kurulu güç listesi açısından incelendiğinde Çin, ABD, Japonya, Almanya ve Hindistan’ın ilk 5 i oluşturduğu ve coğrafi ve bunlardan ülkemize en yakınının kurulu güç potansiyelinin 15. sırada olan ülkemizden 5 kat daha fazla olduğunu görüyoruz. Kişi başına düşen güneş enerjisi santrali kurulu gücü açısından incelediğimizdeyse bu alanda ilk 5 olarak karşımıza Avusturalya, Almanya, Hollanda, Japonya ve Belçika çıkıyor.

Türkiye bu listede 35. sırada olup kişi başına 90 Watt gibi bir rakama ulaşabilmişken ilk 5 içinden en düşük kişi başına düşen üretim 500 Watt gibi devasa bir farkla bizi şaşırtıyor.

Üretim devi olan Çin durmak bilmeyen devasa yatırımları ile her gün potansiyeli artırmaya devam ederken ABD özellikle California’daki yatırımlarıyla ön plana çıkıyor. ABD şirketleri ve bireyleri teşvik eden uygulamalarla 700 binden fazla ev ve şirketin çatısından güneş enerjisi elde ediyor.

Tabi ki burada üretilen enerjinin toplam elektrik tüketimdeki oranı şu an için bizim ihtiyaçlarımız açısından çok daha önemli. Oranlamalara baktığımızda Türkiye’nin bir çok Avrupa ülkesini bu haliyle bile solladığını görmek sevindirici ama sanayinin her geçen gün artan talebi ve gelişmekte olan bir ülke olmamızın yanında ciddi bir nüfus artış oranına sahip olduğumuz düşünüldüğünde ve tüm bunların yanında ülkemizin güneşlenme süresinden kaynaklanan potansiyeli ele alındığında bu alanda “çok şükür iyiyiz” deme şansımız yok. Hızla yatırımlara devam etmeli özellikle çatılardan kaynaklanan üretimler için 29 dünya ülkesi gibi ciddi yasal düzenlemeler ve teşvikler geliştirmeli, zorunluluklar oluşturulmalı ve takibatı çok sıkı bir şekilde takip edilmeli.

Bunun yanında tüm sanayi bölgelerinde çatı üretimlerinin yanında ortak güneş enerjisi tarlalarının kurulması hususunda güç birliği yapılması için  gerekli mevzuatsal ve hukuki çalışmalar yapılmalı, sanayi odalarının desteği alınmalı, uyumsuzluk gösterenler için devletin kararlılığı taviz vermeden gösterilmelidir.

Güneşlenme süresi aldığı güneş enerjisi miktarı açısından Türkiye’nin en kıymetli bölgeleri sırasıyla Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz bölgeleridir. Bu bölgeler başta olmak üzere gereken planlamaların acilen yapılması ve ülkemizin alışık olduğu sulandırmalara ve kamu kaynaklarını istismara müsaade edilmemesi durumunda 5 yıllık bir süreçte çok ciddi geri dönüşlerin olması ve elektrik üretimine yapılan katkıyla doğalgazın payının düşürülmesi mümkün.

Yeter ki isteyelim….

Not: Tüm bunların haricinde bir de nükleer enerji meselesi var ki bu konuyu başka bir yazımda detaylıca değerlendirmek üzere şimdilik ileriki bir tarihe erteliyorum.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.