Manisa
27 April, 2024, Saturday
  • DOLAR
    32.45
  • EURO
    34.82
  • ALTIN
    2438.6
  • BIST
    9915.62
  • BTC
    62928.997$

Manisalı anne-kız karayoluyla 17 günde 9 ülke gezdi

Manisalı anne-kız karayoluyla 17 günde 9 ülke gezdi


Yeniden Refah Partisi Manisa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Doç. Dr. Hatice Nur Germir, işletme mühendisi kızı Deniz Germir’le birlikte 17 günde karayolu ile 7 bin 320 kilometre kat edip 9 ülke gezdi. Seçim süreci öncesinde gerçekleşen Avrupa turunda yaşadığı ilginç olayları manisamansetgazetesi.com okuyucuları için kaleme alan Germir, Manisa’yı da bir Avrupa kenti gibi gelişmiş ve modern bir şehir haline getirmeyi hayal ettiğini belirtti.

KIZIM İKNA ETTİ, AVRUPA TURUNA ÇIKTIK
Doç. Dr. Hatice Nur Germir’in notları şöyle: İstanbul Teknik Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Gemi Makinaları İşletme Mühendisliği mezunu olan kızım Deniz, aynı üniversitede Yüksek Lisansını yapmış ve TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) nezdinde Kutup Araştırmaları Merkezi’nde Eğitim ve Farkındalıktan Sorumlu Araştırmacı olarak çalışıyorken Manisa’ya bizi ziyarete geldi. Tatlı tatlı gülerek yanıma geldi,
“Anneciğim biliyorsun, doktoramı yurtdışında yapacağım, uzun bir süre beraberce tatile gidemeyeceğiz, ama sana çok güzel bir teklifim var”. Meraklanmıştım.
“Teklifin nedir evladım?”
“Seninle bir Avrupa turu, zaten araba kullanmayı seviyorsun, maşallah direksiyonun da iyi, ben de direksiyonumu pekiştirdim, sana destek veririm.”
İyice meraklanmıştım. İzmir İstanbul otobanından bahsetmiyordu kızım Deniz, Avrupa seyahati diyordu.
“Avrupa seyahati derken” diye meraklı ve afacan gözlerle sorumu yönelttim.
Deniz de benim bu işi kotaracağıma emin bir eda ile,
“Basel’de bir kongreye davetliyim, Berlin’e kitaplarımı bırakır, oradan Roma’ya geçeriz.”
“İki dakikada iş gezisini anlatırken bile üç farklı ülkeden bahsettin güzel evladım, buralara hangi rota ile gideceğiz, dağları aşmaktan bahsediyorsun” desem de Deniz tatlı tatlı gülerek,
“Benim Canım Annem’in bu işin üstesinden geleceğine inanıyorum” demesi gururumu okşamıştı.
Evladım bana güveniyordu. Kendi başıma gitsem, dağlar taşlar sorun değil, yürüyerek de giderim, ama evladım yanımda, Allah göstermesin, yol durumu bin bir türlü hali var diye anne yüreği ile değişik senaryoların animasyonunu yapsam da Deniz’in teklifi başta değilse de sonradan “neden olmasın” diye düşündürmeye başlamıştı beni. 
Aile fertlerimizin bazıları bizi kararımızdan vazgeçirmeye çalıştılar ama anne-kız kararımızı vermiştik bir kere. Allah’ın izniyle dönüş olmazdı artık… 

BULGARİSTAN YOLUNU TERCİH ETTİK
Yapılması gerekenleri hazırlama zamanıydı şimdi. Çalıştığımız kurumlardan izin alınacak, yanımıza alınacak kıyafetler, ayrıca yanımıza yiyecek-içecek alınması böylece hem zamandan hem de bütçeden tasarruf sağlanması, arabanın servisi, kışlık lastiklerin değiştirilmesi, araçta bir sorun olursa yurtdışında nereye başvurabilirim gibi detayların servise sorulması, pasaport vs işleri...
Aracımızın servisinde çalışan Özcan Bey Bulgaristan kökenliymiş.
“Sakın Hırvatistan yolunu tercih etmeyin Hocam, yol biraz uzun olucak ama Bulgaristan üzerinden gidiniz, daha güvenli olur” deyince biz de yol haritamızı bu öneri doğrultusunda hazırladık.
O tarihte kolejde Almanca öğretmeni olan Eşim Cüneyt’in evde kalması ve gerek evdeki gerekse sokakta beslemesini yaptığımız kedi-köpek hayvanlarımıza bakması gerekiyordu. Bu durumda evde tatlı, tuzlu, dolma, börek, çörek adına yolda lazım olur diye yemesi pratik olan aklıma ne geliyorsa hazırlayıp araca yükleyip, 31 Ekim 2022 akşamı Manisa’dan İstanbul’a yola çıktım.


BULGAR ÇİFTİN YARDIMI
İstanbul’daki evinden Deniz’in kitapları ile kütüphanesini ve kıyafetlerinin bir kısmını SUV model aracımıza yerleştirdik. Neticede yazlık, kışlık kıyafetlerinin bir kısmı dahi olsa kitapları, kütüphanesi ve tabi anne eli ile Manisa’da yapmış olduğum tatlısından tuzlusuna hünerlerim ile arabamız yolculuğumuza hazırdı ve tıka basa dolmuştu. 1 Kasım Salı günü ikindi vakti Cihangir’den “Ya Allah, Bismillah” deyip kontağı çevirdik.
Keyifli bir yolculuğun ardından gece yarısı Dereköy sınır kapımıza vardık. Burada çıkış işlemlerimizi tamamlayıp, Bulgaristan’ın Tırnovacık kapısından geçiş için sıraya girdik. Yanımıza bir miktar gerekli olabilir diye nakit almıştık, bozukluk almamıştık. Bulgar görevli illaki bozuk olarak 3 Euro vermemizi istiyordu. Kağıt parayı bir türlü bozmak istemedi. Niçin para vermemizi istediğini sorduğumuzda “dezenfektan” dediğini anlayabildim. Arabamıza temizlik yapıcakmış. Nasıl bir temizlikse? Paramızı bozdurabilmek için Türkiye sınırına geri dönmemizi söylüyordu, çat pat Türkçesiyle. Kendisi ile İngilizce olarak anlaşamadık. Kuyruğun önünde idik. Birkaç otobüs, hususi otomobiller bunların ardına geri düşersek çıkışımız gecikir programımız aksardı. Zira Türkiye tarafına geçmek de epey zaman alırdı. Nasıl yapalım diye Kızımla aramızda konuşurken bu esnada çok güzel Türkçe konuşan Bulgar bir çift yanımıza geldi ve
“Yardımcı olabilir miyiz” diye sordu.
Meğerse 3 Euro KDV hariç rakammış, KDV dahil 5 Euro imiş ödenecek rakam. Sağ olsun bizim için bu ödemeyi yaptılar. Kendilerine elimizdeki nakdi sunup, bozmalarını rica ettik. Kabul etmediler. Kendileri de benzer durumu bir zamanlar yaşamış ve onlara da başka birisi yardımcı olmuş. Yanımızda hediye olarak götürdüğümüz fıstıklı lokumu teşekkür babında sunduk, fakat bir türlü kabul ettiremedik. Çok güler yüzlü ve candan insanlardı. Bir kez daha bizi o sıkıntıdan kurtardıkları için teşekkür ediyorum. Demek ki yolda olana yardımcı olmak çok ama çok önemli. Allah iyi insanları her daim karşımıza çıkarsın. 
“Dezenfaktan” dediği şimdi bile hatırlayınca gülüyorum. İki taraftan incecik fıskiye halinde üçer taneden toplam altı tane fıskiye, bu fıskiyelerin su sızıntısında aracı devam ettirip lastiklerin dönmesi ile dezenfekte etmiş oluyor, hijyenlik sağlanıyormuş. Muazzam temizlik için güzel bir gerekçe bulmuşlar! 


‘HIZIR’ MİSALİ NUR YÜZLE BEYEFENDİ…
Bulgar gümrük tarafına geçtiğimizde soğuk savaş dönemlerinde görevli memur tavrında birisi, aracımızı işaret ederek içindeki herşeyi orada kenarda duran masamsı bir zeminin üzerine indirmemizi istedi. Kızım doktora öğrencisi olduğunu, kongreye gittiğini anlatmaya çalıştıysa da İngilizce anlaşamadık. Biz bu arabayı anca doldurduk, nasıl indiririz bu kadar eşyayı diye kara kara düşününüp nerden başlayalım diye birbirimize sorarken tam o esnada Hazreti Hızır misali nur yüzlü bir beyefendi geldi. Gülerek,
“Şeytanlık var mı şeytanlık?” dedi.
Biz de ona gülerek,
“No şeytanlık” dedik. Şeytanlıktan kastettiği gümrükten geçirilmemesi gereken bir şey var mı demekmiş. İsviçre Basel’e gideceğimizi, nasıl bir yol izlememizi önereceğini sorduk. Vidin köprüsünden gitmemizi, asla Hırvatistan tarafına inmeden yolumuza devam etmemizi tavsiye etti. 
Pasaport kontrölleri sonrasında Bulgaristan’a giriş yapmıştık.  Dağları tepeleri aşıp, gece saat üç suları Bulgaristan ormanları içinde yol alıyorken (aman Allah’ın o ne muhteşem bir koku öyle), aracın penceresini açıp açıp kokuyu içime çektim. O esnada uyanık olan Deniz de aynı kokuyu duymuştu. Sanki her yer vanilya kokuyordu. Ama ne muhteşem bir tazelik, ne leziz bir koku... 
Deniz co-pilot olarak izleyeceğimiz yol haritasını bana tarifliyordu. Bütün yol boyunca çok emeği geçti, hakkını ödeyemem. Bulgaristan’ın resmi dili olan Bulgarca, Hint- Avrupa dilleri ailesinden güney Slav dillerine bağlı bir dil. Haliyle yazılışı da bizim dilimizden veya İngilizcenin kökeni olan Latinceden farklı bir yazılışa sahip. Yollardaki tabelalarda Bulgarca hazırlanmış olduğundan yolumuzu şaşırmadan doğru yolda gidebilmek bu anlamda çok önemli. Sabahın olmasına birkaç saat kalmıştı, ormanlardan aşağı inip yerleşim yeri olarak bulduğumuz ve bizim köylerimizdeki sarı sokak lambaları ile aydınlanan bir yerleşkede kenara çekip biraz dinlenmek en iyisi olucak diye düşündük. 


YOL KENERINDAKİ İLGİNÇ İKONLAR
Aracımızın içinde biraz dinlenmek iyi gelmişti. Sabahın ilk ışıkları ile tekrar yola koyulduk, neticede bir programımız vardı ve 5 Kasım’da Basel’de olmamız gerekiyordu. Bulgaristan’ın resmi dilinde ve anlamakta güçlük çektiğimiz yol levhalarına rağmen, navigasyondan bulmaya çalıştığımız doğru rota ile otobana çıkabildik. Bulgaristan otobanında bir defaya mahsus 6,5 Euro otoban ücreti ödüyorsunuz. Yabancı plakalı bir araç olduğumuzdan otoban polisi durdurup bileti sorduğunda göstermek üzere yanınızda bulundurmanız gerekiyor. Otoban biletini de otoban girişindeki benzin istasyonundan alıyorsunuz. Luke Oil veya OMV benzin istasyonlarının bu biletleri satmaya yetkili olduklarını öğrendik. Araç yakıtımız azaldığında bu iki firmadan almaya özen gösterdik. Bulgaristan otobanı iki şeritli gidiş gelişi olan bir yol. Şehirlerarası veya bağlantı yollarından geçerken, yol kenarlarına bırakılmış küçük kiliseler, heykeller, ikonlar veya yanar vaziyetteki mumlar dikkatimizi çekti. Bizde vefat eden kişi için yakınları nasılki lokma, helva hayrı, mevlüt okunması veya falanca hayratıdır diye su çeşmesi yaptırılıyorsa burada da benzeri olarak vefat eden yakınlarının trafik kazası geçirdiği yere bu objeler bırakılırmış. 
Bulgaristan’a gelmişken yolumuzun üzerindeki başkent Sofya’nın içinde biraz mola verip, şehri tanıyalım istedik. Sofya diğer yerleşim yerlerinden çok farklı, çok daha gelişmiş. Binaları, geniş caddeleri ile ilk etapta farkı gözlemliyorsunuz. Ancak araç kullanırken aman dikkatli olunuz, yaya geçidi olmasa bile, yayalar yola atlayabiliyor ve yol geçiş üstünlüğü onların, beklemek zorundasınız. Tarih kokan caddelerindeki binaları seyreyleyerek bulvardan ilerledik. Tabiri caizse her yer kilise dolu, çok dindar insanlar. Sofya’nın tam merkezinde yer alan ve dini sanatının en güzel örneklerini sunan Aleksandr Nevski Katedrali ve Sveta Nedelya Kilisesi’ni ziyaret ettikten sonra sonbaharın altın sarısı renklerine bürünmüş parkta küçük bir yürüyüş yaptık. Bu esnada yanımıza gelen kedi dostumuz ile hasret giderip, evdeki canlarımızı andık. Kilisenin bahçesindeki güvercinlerimizi de unutmadık, onlarla Deniz’in hatıra fotoğrafını çektim. Parkın yanındaki küçük lokantada mantının adını Ermenistan yemeği olarak yazmışlar, bu dikkatimi çekti.


GURBETTE KALANLARIN ALLAH YARDIMCISI OLSUN
Romanya’ya geçmek için Vidin Bridge (Vidin Köprüsü) istikametine giderken, yolda çok fazla Türkiye’den gelen tırlarımızla karşılaştık. Türk plakalı bir araç görünce ‘dat dat’ yapıp kornayla selam verdim, kendi memleketlisi ne de olsa insanın. Uzun yıllar gurbette kalanların Allah yardımcısı olsun, hasretlik ne zormuş. Vidin köprüsüne yaklaştığımızda bir kaç km uzunluğunda tırlar yolun kenarına çekmiş vaziyette idi, aralardan geçerek kendimize yol bulduk. Evet burası daha çok ticari geçişlerin yapıldığı bir gümrük kapısıydı anlaşılan. Bizim gibi hususi araçları saydım, toplam altı tane. Geçişimiz çabuk olucak diye sevindim.
Evet gerçekten de Bulgaristan’dan çıkış ve Romanya’ya geçişimiz kısa sürdü. Yanında çok tatliş bir köpeği de olan Romen gümrük görevlisi bir araba dolusu eşya ile nereye gittiğimizi, ne için gittiğimizi Deniz bir çırpıda anlattı. Pasaport işlemleri de hızlı oldu ve işte Romanya’dayız. Buranın otobanına girerken de tıpkı Bulgaristan’da olduğu gibi otoban girişindeki Luke Oil’de satılan otoban biletini alıyorsunuz, 7 Euro. Yine Bulgaristan’da olduğu gibi yol kenarlarında trafik kazasında hayatını kaybedenlerin anısına bırakılmış çeşitli ikonlar, mumlar dikkatinizi çekiyor. Ekonomik zorluklara rağmen, Bulgaristan’daki kadınlar gibi Romanya’daki kadınlar da yaptıkları işi sevgi ile üretiyorlar,  el emeği göz nuru ile ürettikleri her ne olursa olsun, sevgilerini katıyorlar, çok basit bir şey dahi olsa detaylandırıp üzerine boncuk, çicek vb koyup görünümü daha da güzelleştiriyorlar. Romanya’dan itibaren benzin istasyonunda artık yakıtınızı kendiniz alıyorsunuz. Deniz ilk başta bir acemilik yaşadı ama sonra bu işi çok güzel öğrendi. 
Romanya’nın yolları çok virajlı. Önünüzde bir tır rampa yukarı tırmanırken veya kıvrım kıvrım hafif ıslak orman yolları arasında yol alırken etrafı da azcık seyretmek, yeşile doğaya gözlerinizi doyuruveriyor. Eşyalarla araç tıka basa dolu olduğundan Deniz’cim tam arkamdaki koltukta, koltuğunu yatırma fırsatı olmadan seyahat ediyor. Düz yola çıktığımız bir ara,
“Anneciğim biraz dinlenmek ister misin” deyince ben de fırsat bu fırsat diyerek direksiyonu Deniz’e emanet ediyorum, biraz kestirmek güzel olur.


TARİH KOKAN BUDAPEŞTE
Romanya’dan çıkış ve Macaristan’a geçiş gümrük ve pasaport kontrolleri, sanırım bu rutine alıştık şimdi işler daha çabuk ilerliyor. Macaristan’a gelmişken Budapeşte’yi ziyaret etmeden olmaz. Tuna nehri kıyısındaki tarih kokan bu şehirde küçük bir mola iyi gelecek. Sanki tarih sayfaları arasında geziyormuşuz gibi hissettiğimiz Budapeşte sokaklarındaki kısa turumuz ve akabinde güzel bir kafede pasta ve kahve tüm yorgunluğumuzu alıyor. Türkçe konuşan bir anneanne ve torununun sesi ile dikkat kesiliyoruz. Tıp öğrenimi gören torununa misafirliğe gelmiş anneanne hem de İzmir’den, hemşehrim. Kafeden ayrılırken, harika lezzetleri güzel sunumu ile keyif aldığımız garson bayana bıraktığımız bahşiş onu da mutlu ediyor ve Türklerin bahşiş konusunda çok bonkör olduklarını söylüyor.
Türkiye’den Bulgaristan’a, Bulgaristan’dan Romanya’ya, Romanya’dan Macaristan’a geçerken gümrük giriş ve çıkışları olmuştu. Şimdi ise Macaristan’dan Avusturya’ya geçerken sınırda sadece “Avrupa Birliği’ne Hoş geldiniz” tabelası ile karşılaşıyorsunuz. Komşu bir şehre geçmek kadar kolay, sınır-gümrük prosedürleri ile uğraşmak yok. 
KARLI HAVADA ALPLER’DE ARAÇ SÜRMEK
Avusturya’ya girdiğimizde de yine diğer ülkelerde olduğu gibi otoban girişindeki benzin istasyonundan otoban biletini alıyorsunuz, yalnız tek farkla bu defa ön cama yapıştırmanızı istiyorlar, yaklaşık 10 Euro gibi bir rakam otoban bileti. Avusturya’da yollar daha geniş ve gözünüzün alabildiğince uzanan yeşillikler, dağlar her yer o kadar düzenli bir şekilde ekilip biçilmiş ki adeta boş tek bir yer bırakmamışlar. Romanya’da Bulgaristan’da böyle değildi. Avusturya’nın diğerlerine göre biraz daha gelişmişliği elindeki kaynakları en iyi şekilde değerlendirmek olarak ilk bakışta görebiliyorsunuz.
Alp dağlarının yükseklerinden geçerken kar yağışı başladı. Bir İzmirli olarak karı severim ama karda araç kullanmak hele ki Alplerde biraz riskli olabilir endişesi ile yüreğim azcık kalksa da huzur içinde yere inen ve her birini bir meleğin indirdiği bu kar tanelerini seyretmek çok güzel oluyor. Neyse otobandaki asfalt buz tutmadı, sulu kara dönüşen yağmur bu defa sağanak olarak yağmaya başladı. Avusturya’nın Graz şehri yakınlarından geçtiğimiz esnada şiddetini artıran yağmurun biraz dinmesini beklemek ve birazda dinlenmek için yol kenarındaki bir lokantada mola veriyoruz. Burası yöresel kıyafetleriyle güleryüzlü, kibar Avusturya’lı bayanların servis yaptığı yöresel ürünlerin açık büfe sunulduğu bir mekan. Biz kabağın tatlısını yapar yeriz ancak burada içtiğimiz kabak çorbası bir efsaneydi. Kabak çekirdeklerini de kavurup üzerine serpiştirip lezzetini katlamışlar. 
Yağmur hızını biraz azaltınca hemen yola koyulduk. Avusturya’da dikkatimi çeken bir başka güzel uygulama, otoban kenarlarına kar veya rüzgar duvarı adı da verilen sabitlemeler yapılmış olması, böylece rüzgar veya kar yağması nedeniyle yolda sürüş güvenliğinizi tehlikeye atabilecek durumların önüne geçilmiş olmasıydı. Ancak daha da önemlisi duvar benzeri fakat tahta duvar tarzı veya taş duvar tarzı canlandırmalı son derece şık dizaynlarda yapılmış olan bu sabitlemeler, güneş kollektörü idi ve güneş enerjisinden sürdürülebilir enerji üretmekteydi. 
ŞEHİRDEN ŞEHRE GEÇER GİBİ ÜLKEDEN ÜLKEYE GEÇMEK
Avusturya’dan sonra İsviçre’ye geçecektik ancak navigasyon Salzburg üzerinden Almanya/Münih oradan İsviçre’ye yönlendirdi. Avusturya’dan itibaren artık Avrupa Birliği topraklarında olduğunuzdan sanki bir şehirden bir şehire geçiyor gibi farklı bir ülkeye geçtiğinizi neden sonra anlıyorsunuz. Almanya’nın yolları da tıpkı Avusturya gibi geniş ve oldukça bakımlı. Almanya’da otoban için herhangi bir ücret ödemiyorsunuz, hatta Almanya’da otobanda hız sınırı da bulunmuyor. Sadece belirli yerlerde kavşaklarda veya yerleşke giriş çıkışlarında belirli levhalar var, bunlara uymanız gerekiyor. Avusturya veya Almanya’da trafikte kazası yapmanız halinde ehliyetiniz alınıyor ve iki yıl süreyle bu ülkelerde araç kullanamıyorsunuz, bu şekilde alınan ve uygulanan kurallar insanları daha medeni araç kullanmaya yöneltiyor. Ancak navigasyonun Münih üzerinden yol tarifini yapması ile yolumuz belki biraz daha kısalmış oldu lakin iş çıkışına denk gelen bir saatte buradan geçiyor olmamız nedeniyle kmlerce uzanan trafikte tek şeritte bir süre devam etmek zorunda kaldık. Fırsat bulduğumuz zaman da mümkün olduğunca hızlı giderek ilk rotamız Basel olduğundan süratle İsviçre’ye geçmemiz gerekiyordu. 
Deniz’in uzmanlık alanı olan Permafrost üzerine davetli konuşmacı olarak katılacağı kongre Basel’de 5 Kasım Cumartesi günü öğleden sonra saat 14.30’da başlayacaktı. Saat 14’de toplantının yapılacağı Mövenpick Basel’e varmış olduk. Sürekli olarak donmuş halde bulunan toprak ve/veya kayaçlardan müteşekkil zemini ifade etmek için Permafrost terimi kullanılmakta ve özellikle küresel ısınma sonrasında permafrost yani donmuş toprağın çözülmesi oldukça güncel bir konu başlığını oluşturmaktadır.
ANNE-KIZ İSTANBUL’DAN KARA YOLUYLA BASEL!
Iki gün kongre nedeni ile Basel’de konakladık. Kongre akabinde verilen gala yemeği ile son buldu. Bu arada anne-kız Türkiye’den (özellikle İstanbul diye bahsediyorlar) karayolu ile gelmiş olmamız çok ilgilerini çekti. Deniz’in İtalya’dan olan arkadaşları Roma’ya kongreye gittiğimizde onlara da uğramamız için bizleri davet ettiler. 5 Kasım’da Kongre bittikten sonra Basel sokaklarını  gezip turlama için vaktimiz oldu.
Akşam 6 sularında Basel sokaklarını geziyorduk. Ancak Rusya - Ukrayna savaşı tüm şiddeti ile devam ettiğinden ve enerji krizi de Avrupa’da hat safhada hissedildiğinden saat 6’da enerji tasarrufu yapmak adına bazı dükkanların kapanmış diğerlerinin de kapanmakta olduğunu gördük. Ren nehri üzerindeki Orta Köprü’yü turlayıp etrafı seyretmenin keyfi muhteşemdi. Ortaçağ ile modern zamanlar arasında bir yerde olduğunuzu hissediyordunuz. Tarihi ve kültürel değerlerine bu kadar sahip çıkıp korumalarına hayran kaldım. Kültürel miras değerindeki bu binaların, köprülerin yüzlerce yıl önce yapılmış olduğu halde hala bakımlı ve kullanılabilir olması takdire şayandı. Orta köprü etrafında hala açık dükkanlar bulunmaktaydı. Burada zevkinize göre yiyecek - içecek birşeyler bulmanız mümkün. Tabi her gittiğimiz yerde Türkçe konuşan vatanımızdan gelmiş birileri ile karşılaşmak işin diğer güzel bir tarafı oldu. Bir yeri tanımak istiyorsanız sokaklarını gezerek dolaşınız, derler. Gerçekten de bu deneyim o yöreyi ve insanlarını daha iyi tanıma fırsatı verecektir. Basel sokaklarında esprili bir havuz karşımıza çıktı. Hani espri ile karışık "evlen de düğününde kevgirle şu taşıyacağım" derler ya işte o misal burada da oldukça esprili bir mizahi anlatımla küçük bir su havuzunda değişik görseller bizi karşılamıştı
6 Kasım gece yarısı gibi Fransa Didenheim üzerinden geçiş yaparak, gelmişken Fransa’yı da görme imkanımız oldu. İnsanların evlerinin önünü görsel bir şölene dönüştürmeleri, renk renk çiçeklerle bezemeleri gerçekten görülmeye değerdi.

ALMANYA OTOBANINDA ÜÇ SAAT BEKLEDİK
İlk rotamızı gerçekleştirmiş olmanın huzuru ve rahatlığı ile ikinci rotamıza yani Berlin’e doğru yola çıktık. Yollar oldukça geniş 4-5 şerit şeklinde, yolda hız sınırı bulunmuyor. Fakat buna rağmen muazzam bir kuyruk kilometrelerce uzunlukta. Zira onlarca aracın karıştığı bir trafik kazası olmuş, araçlar birbirine girmiş hatta bazıları Allah saklasın araçlar tanınamayacak halde yanmış. Ambulanlar, polis araçları, iş makinaları sirenleri çalarak geçiyor ve fermuar usulü ortadan ikiye ayrılan trafikteki araçlar bu vasıtaların geçip görevlerine yapabilmesine imkan tanıyor. Yaklaşık üç saat Almanya otobanında beklemek durumunda kalınca, ben de vakit nakittir diyerek iğne ipliğimi çıkarıp bazı sökükleri diktim. Böylece Almanya otobanında hem de sol şeritte dikiş diktim diyerek hatırama kaydetmiş oldum.
7 Kasım’da Berlin’e varıp Deniz’in kalacağı yere eşyalarını indirip, yerleştirme, dinlenme ve Berlin’i gezme fırsatımız oldu. Berlin Dom kilisesini, tekneyle Berlin kanallarını gezdik. Berlin’deki müzelerin bulunduğu yarımada tam bir tarihi kültürel yolculuk serüveni sunuyor. Mısır müzesi, Bergama müzesi.
Üç gece Berlin’de Deniz’in kalacağı yerde konakladıktan sonra, tekrar yola çıktık. Rotamız zaten güneye doğru idi. Ancak yol üzerindeki eski şehir anlamında old city olan yerleri de deneyimlemek istedik. Leipzig’e uğradık. Leipzig’de enerji tasarrufu Basel’in de ötesinde saat 17’de her yer kapanıyor. Ancak sokakları turlarken sokak ortasında pianosu ile resital yapan bir sokak sanatçısı ile karşılaşmak çok güzel bir tesadüf oldu.
Airbnb tarzı kiraladığımız apartman dairesinden mümkün olduğunca erken ayrılıp Leipzig’i keşfetmek üzere yollara düştük. Güzel bir kafedeki kahvaltı keyfimizden sonra, aynı zamanda Uluslar Muharebesi olarak da bilinen 1813 Leipzig Muharebesi anısına yapılan anıtı ziyarete gittik. Bağışlar ve Leipzig şehrinin yardımlarıyla tamamlanan yapı muharebenin 100. yıldönümü olan 1913 yılında tamamlanmış ve 6.000.000 Goldmark'a mal olmuş ve Napolyon'un Leipzig'de aldığı yenilgiyi anmak amacıyla inşa edilmiş olduğu bilgilerini edindik.
İNTERNET OLDUKÇA PAHALI
11 Kasım Cuma günü ikindi vakti güneye doğru inişimize başladık. Pegnitz yakınlarından geçerken yol aşırı sisli idi. Görüş mesafesi bazı yerlerde 10 metrenin dahi aşağısına inmişti. Nürnberg yakınlarında sis biraz etkisini kaybetmiş olsa da aşırı sisde gece karanlığında yol almaya çalışmak epey yormuştu. Yol kenarında sürücüler için yapılmış olan park yerlerine çekip biraz dinlenmek gerçekten güzel oldu. Özellikle Almanya’da yol kenarında tır şöförleri için veya hususi araçlar için çocuk parkı da içinde bulunabilen daha ziyade bay, bayan tuvaleti, engelli tuvaleti hatta banyosu da bulunan parklar mevcut, sınıra yakın noktalardaki bu dinlenme parklarında wi-fi hizmeti de tamamen ücretsiz olarak sunulabiliyor. Yurtdışında internet oldukça pahalı olduğundan özellikle benzin istasyonları başta olmak üzere aracımıza yakıt alırken veya lokanta, otel gibi sabit lokasyonların wi-fi’lerından yararlanarak çevrimdışı çalışabilecek şekilde gideceğimiz güzergahın yol haritasını çıkartıp bu şekilde yolumuzu rahatça bulabildik.
İnsburg'daki molanın ardindan bütün gece yolları alplerin uzerinden gecen kopruleri,viyadukleri aşarak italya'ya geldik. Bu arada yukarıda soylemeyi atladım. Evet Almanya'da otoban bedava. Ancak isvicre'de ülkeye girişte pasaport gümrük işlemleri sirasinda otoban biletini görevli size satışını yapıyor. 45 Euro ödeyerek aldığımız bileti ön cama yapistirmanizi istiyorlar. Avusturya'dan daha önce gecerken aldığımız biletin süresi bir haftalık olduğundan yeniden bilet almamiz gerekmedi. Avusturya'dan İtalya yönüne yapılmis olan dağ geçitleri ve yollarindaki otoban ücreti olarak 55 Euro ödedik. İtalya'da otoban ücretini girişte tahsil ediyor 50 Euro gibi bir rakamı ödüyorsunuz
İTALYA SÜRÜCÜLERİ ÇOK HIZLI
İtalya'da da yollar temiz ve ferah. Fakat diğer Avrupa ülkelerindekine nazaran burda sürücüler çok hızlı ve yüksek risk alarak araç kullanıyorlar. Resmen çılgınca araç kullanmak İtalya'da bir moda gibi. İtalya'da da yol kenarındaki rüzgar veya kar kesen duvarlar çok kullanışlı. Ancak bunlar Avusturya veya Almanya'daki gibi sürdürülebilir enerji üretimi için kullanılmıyor sadece sürüş güvenliğinizi artıran bir fonksiyona sahipler
15 Kasım akşamı kongre bitiminde otelden ayrılıyoruz ve hızlıca şehir merkezine doğru yol alıyoruz. Zira Basel'deki kongrede bizi davet eden Deniz'in arkadaşlarıma yetişeceğiz. Akdeniz bölgesine özgü bir misafirperverlik ile bizleri karşılıyorlar. İtalya'ya özgü ara sıcak ve ana yemek ile tatlıların ikram edildiği bu harika mekan eskiden bir kilise imiş. Restaorant olarak modifiye edilmiş. Yemekten sonra Roma'nın kalbinde Aşk çesmesi olarak bilinen muazzam yapının yan sokağındaki kalacağımız yere yerleşiyoruz.
Deniz'in İtalyan arkadaşlarının önerisi ile İtalya'nın doğu kıyısında Adriyatik Denizi'ne kıyısı olan Ancona'dan kalkan ve Yunanistan'ın igumenitsa limanına giden feribotta yerimizi ayırttık. Ve feribotumuza yetişmek için erkenden yola çıktık. İyi ki de biraz tedbirli davranıp daha erken yola koyulmuşuz. Zira Alpler’den geçen güzergahta epey sisli ve yer yer trafiği durma noktasına getiren bir yoğunluk vardı.
İtalya'da herhangi bir benzin istasyonuna yaklaştığımızda diğer tüm benzin istasyonlarında ki fiyatları görebileceğiniz bilgilendirme levhaları mevcut. Bu durum tüketiciyi bilgilendirme imkanı sunduğu gibi fahiş bir fiyatlamanın da önüne geçilmesini sağlıyor ayrıca İtalya'da tedarikçi olarak belki kullanoyorlardor bilemem ancak bp veya Shell gibi çok uluslu şirketlerin benzin istasyonlarına hiç denk gelmedik hepsi İtalyan markası olan kendi benzin istasyonları idi


YUNANİSTAN’DA ADIM BAŞI ÖDEME
Ancona ile İgumenitsa Limani arası feribot 15 saati aşan bir seyahat sunuyor. Yunanistan'da otobanda bir şehirden bir şehire giderken ödeme yapıyorsunuz. Adeta adım başı ödeme noktası. Ayrıca otoban kenarinda dinlenme tesisi veya benzinci bulunmuyor. Bu yerler için otobandan çıkıp tekrardan giriş yapmanız gerekiyor. Bu arada Yunanistan’da güneş enerjisinden ne kadar iyi faydalandığını, kıraç tepelerin tamamen güneş enerjisi panelleriyle doldurulmasıyla gördük.
Her gün Edirne'den tur otobüslerinin geldiğini ve Türk müşterilerinin daha fazla olduğunu söyleyen Anastasia resmen kavala kurabiyelerin kitabını yazmış diyebiliriz. Klasik olan bademlisinden narlısına, limonlusundan sakızlısına çeşit çeşit renk ve tatta muhteşem kavala kurabiyelerini beğeninize sunuyor.

NİHAYET EZANLARI DUYDUK…
Allah'ım ne muhteşem bir ses ve ne kadar da özlemişim bu ezanlarI. Hamdolsun turumuzu tamam etmiştik. Fatih Sultan Mehmet Han'ın dediği gibi "Elhamdülillah bu maniyi de aştık." Böylece 17 günde 7.320 km'yi 9 ayrı ülkeyi gezerek tamamlamış olduk. Bu ülkelerde ve şehirlerinde görmüş olduğum güzellikleri, kaliteyi ve konforu kendi ülkemde gerçekleştirmek ve güzel Manisa'mızı daha yaşanabilir kılmak için var gücümle çalışacağım.HABER MERKEZİ

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!


  • 0
    SEVDİM
  • 3
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!