Şöyle bir 20-25 yıl öncesine doğru yola çıkalım. Siyasette kimler vardı? Kimler kaldı? 2000’li yılların önü ve arkası Ecevit DSP ile siyaseti sallarken, Atatürk’ün kurduğu parti CHP tarihinde ilk defa baraj altında kalarak meclise girememişti. ( Darbeler ve 12 Eylül süreci hariç). Tam o yıllarda Manisa’da Dilek Dabanlıoğlu adında diş hekimi bir hanım CHP il başkanı olarak bu süreçte partiye kimse uğramazken görev almıştı. Ve hiçbir siyasi beklentisi olmamıştı. Sonra Vehbi Köse AK parti’nin kurulup, son 23 yıla damgasını vuracağı ilk dönemlerde il başkanlığı yapmıştı. Vehbi Köse deyip geçmeyin bu gün Özgür Özel diye bir CHP Genel Başkanı varsa altında imzası olanlardan birisidir. Sakin ve özgüvenli yapısıyla siyasette görünmeyen bir güç olarak varlığını her zaman devam ettirmiştir. Siyasi reklam peşinde koşmayan siyasi ikbalini CHP’nin her zaman gerisinde tutan bir yapısı vardır.
Semih Balaban misali EMEP başta olmak üzere vekil yahut belediye başkanı olmak için her yere aday olmadı. Tabi siyaset ve başarı azim işidir. Semih Balaban azmiyle mermeri deldi ve sonunda belediye başkanı oldu. Özgür Özel’i kendi mahallesinde delege seçtirmeyen bir siyasetçidir. Siyasette bazı isimler vardır CHP, AK Parti, MHP yahut başka parti boş bulduğu her koltuğa aday olurlar. Hatta bazı daire müdürleri gibi.
DYP il başkanlığı yarışında ise o yıllarda Zeynel Balkız, Orkun Şıktaşlı, Rıfat Uygur gibi isimler partiyi birbirine bırakmamak için büyük bir savaş verdiler. Zeynel Balkız DYP barajı geçemeyince bütün çalışmalar ve hayalleri sekteye uğramıştı. Ama yılmadı savaştı, bire bir, yüz yüze siyaset çalışmasıyla en iyi dönemlerini ayakta tuttu ve muhafazakar bir baro başkanı olarak Manisa Baro Başkanı seçildi. Akademik odalarda adeta bir ilke imza atıyordu. Orkun Şıktaşlı ise DYP yerle bir olunca vakit kaybetmeden AK Parti’ye taze bir AKP’li olarak geçti. Önce yönetimlerde görev aldı. Sonra bir yerlere aday olma zamanı gelince boşluk bulup bir türlü giremedi. Yani olmadı. Zaman içerisinde İYİ Parti’nin adayı olarak CHP desteği ile büyükşehir adayı olsa da Cengiz Ergün karşısında Bülent Kar, Özgür Özel, Hüseyin Tanrıverdi gibi mağlup oldu. Cengiz Ergün’ün en jan-janlı dönemleriydi çünkü.
2000 bu yıllardan bahsederken dün gibi olsa dahi aradan 25 yıl geçmiş Tam 25 yıl. O yıllarda gazeteciliğe başlamış bir çok arkadaşla arada sohbet ederken o dönemlerin siyasetçileri yaptıkları işlerle hep anıyorz. Siyasetçiler, iş adamları, oda başkanları, daire müdürleri hepsi birer karizma, yetenek, donanımlı, farklı adamlardı.
Buyurun size birkaç örnek; Bülent Koşmaz, Arif Koşar, Nejat Arusan, Ahmet Kurşun, Vehbi Köse, Sait Türek, Ertuğrul Aytaç, Erdinç Yumrukaya, Mehmet Yılmaz, Hayrullah Solmaz, Semih Balaban, Halil Yurtseven, Ümit Canuyar, Zeynel Balkız, Ahmet Erken, Mehmet Güzgülü, Rıfat Sarı, Ersun Yanal, Tevfik Lav, Mümin Özkasap, Üzeyir Dindar, Bülent Arınç, Hüseyin Tanrıverdi, Şahin Mengü, Hasan Ören, Ömer Yüngül, Dilek Dabanlıoğlu, Zafer Ünal, Ahmet Özkılınç, Cengiz Ergün, Talat Zurnacı, Cihan Yazar, Ekrem Pakdemirli, Sümer Oral.
Siyaset ve ticaret dünyasının bu isimler ve daha adını yazamadığım nice isimler var. Bu isimlerle röportaj yaptığımızda ticaretin, siyasetin, ekonominin gündemi belirleniyordu. Şimdi siyaset ve ekonomi dünyası sessiz ve silik isimlerden oluştuğu gibi özelliği olmayan nice isimler siyasette, ticarette, bürokraside yer almaya başladı.
Özellikle son 10 yılda enteresan bir şekilde gerileme başladı. Hele siyasette öyle isimler sahneye çıktı ki, konuşması, davranışları, hareketleri karşısında biz gazeteciler adeta gülüyoruz. Ve hatta şaşırıyoruz. Vasfı olmayan siyasetçilerde dehşet bir özgüven oluşmuş. Tavrından, tarzına, konuşmasından davranışına kadar güven zehirlenmesi yaşıyorlar farkında değiller. Kendi düştükleri halleri görmüyorlar, göremiyorlar. Yanlarında yörelerinde birkaç dalkavuk alkış tuttukça şaşkın, bozgun bir şekilde yürüyorlar farkında değiller. Kimse de bu hatalarını, yanlışlarını demiyor diyemiyor zaten dinlemiyorlar da!
Özellikle son 10-15 yılda ortaya çıkan bu siyasetçi, bürokrat takımı internet çağını kullanmak yerine sosyal medya cahilliği ve tükenmişliği sendromuna yakalandılar. Okumak diye bir şeyleri olmayınca, yazmak diye bir kavramları da olmadı. Sosyal medya rüzgarında savrulmaya başladılar tıpkı sosyal medya trolleri gibi. Donanımları sıfır, karizma yok, kariyer yeterli değil, bilgi desen hak getire ama ama ama amaaaaa.
Yeni ortaya çıkan siyasetçilerin yanlarından danışman diye gezdirdikleri adamlarda bu bahsettiğim kişiler gibi olunca, siyaset ve çözüm üretemediler. Muhalif eleştiri bitti, tarz sıfırlandı. Tarzları olmadı. Kendilerine has üslupları ise hiç olmadı. Yani tencere kapak misali.
Yanlarında bulunan danışman vasıflı kişiler zatlar adına “ Dünya Traktörcüler Günü” kutlama mesajı attılar mı o günü kurtardı diye bakmaya başladılar.
Ha bu arada gazetecilik mesleği içinde aynı şey geçerli. Bu meslekte adeta bitme noktasına geldi. Belediye ve kurumlarda basın merkezleri oluşunca, üstüne birde ajans haberciliği çıkınca ortada gezen haber yapan gazeteci kalmadı. Kalanlar da habere çıkmamaya başladı. Ortalık boş kalınca sosyal medya haber siteleri bu boşluğu doldurmaya çalıştı. Gazeteciliği bilmeyen elinde telefonla bulduğu her haberi paylaşan bir güruh şaşkınlığı peyda oldu. Yani ortalık geyik muhabbetine dönüp, habercilikten çıktı.
Yani demem o ki gelişen bu teknoloji çağında ileri olan 6 vites artık geriye çalışmaya başladı. Geriye tek olan vites artık 6 olmuştu. Hızlı bir şekilde gerileme başlamıştı.
Milletvekilleri, Ataol Behramoğlu’nun “Yunus Gibi” kitabında ki şiirleri Yunus Emre’nin şiirleri gibi paylaşmaya başladılar. Nazım Hikmet’in sözleri ve yazıları, Necip Fazıl Kısakürek’in gibi paylaşılmaya devam etti. Cemil Meriç şiirleri Aziz Nesin’in gibi paylaşımlar sürdü. Doğal olarak bu bilgi kirliliği; siyasetçi, bürokrat, iş dünyası artık zehirli bir iksir gibi herkese bulaşmaya başlamıştı.
Hatta bir milletvekili bir gün konuşmasında “Düğüne gider zurnayı, hamama gider TURNA’YI beğenmez” demişti ve salondan kıyamet gibi alkış kopmuştu. Oysa ki orada bulunan kelime TURNA değil KURNA’ydı. Hamam görmeyen yeni nesil Kurnayı da bilmez di, turnayı da. Flamingoların türkülerde geçen ALLI TURNA olduğuna da kimi ikna edebiliriz ki?
Neyse konu başka noktalara gitmeye başladı ben başa döneyim.
Yakın zamanda yaşamını yitiren Ferdi Zeyrek farklı bir gerçeği gösterdi. Hizmet para etmiyormuş. Bülent Kar’ın yaptığı pazar yeri altında ki park ve dere düzenlemesi ona o getirmedi. Çünkü portakal tezgahını tekmelemişti. Serhat Orhan Irlamaz deresini ıslah etmiş park ve bahçe yapmıştı. Yanından yöresinden oy çıkmamıştı. Çünkü Turgutlu’da herkesin tepkisin kazanmıştı. Cengiz Ergün belediye bütçesinin % 40’nı yatırıma ayırdı. Bunlar para etmiyordu. Çünkü Cengiz Ergün halkın arasında değildi. Milletin içerisinde değildi. Buna rağmen 3 dönem başarılı bir belediye başkanlığı yaptı. Manisa’nın çehresinin değiştirdi. Bu konuya ayrıca ağırlık verecek bir yazı planlıyorum. Yani belediye başkanı bürokrat, siyasetçi, iş insanı, dernekçilik ne derseniz deyin halkın arasında olmalıymış. Bunu Ferdi Zeyrek adeta tescilledi.
Ferdi Zeyrek belediye bakanlığına seçilmesinin ardından her ilçe, mahalle, köy, okul dememiş her yer gitmiş. Ve bunu konvoyla değil tek bir araçla yanında birkaç kişiyle yapmış. Öncelikle güler bir yüz, herkese hal hatır sorma, samimi tokalaşma ( el ucuyla değil) yani gönüle girme olayı dediğimiz mevzu. Mehmet Çerçi’nin tokalaşmasını hatırlıyorum ya kafa bir yere bakardı, yahut parmaklarının ucuyla tokalaşırdı. Ömer Faruk Çelik mesela bu işi siyasetini de iletişimi de iyi yapardı.
Sanat camiası, spor dünyası, iş ve ekonomi çevresine baktığımızda babası aracılığıyla sahneye çıkan bir çok isim var. Ancak bunların arasında kalıcı olan tek bir isim var. Kendine has kimliği, kişili, tarzı, tavrı, davranışı ve başarıya ulaşmasıyla bilinen. Yetenekleri ve becerisiyle annesinin adıyla anılmayan yalnızca tek bir isim Şevval Sam, Hiçbir zaman Leman Sam ile yahut eski eşi Metin Tekin’le anılmadı. Bu bir sosyolojik başarıdır. Öyle bir anne ismi olan Leman Sam ile anılmadan Şevval Sam olmak kolay değil. Bu örneği vermekle şuna dikkat çekmek istedim. Eğer sizde bir kıvılcım varsa her yeri aydınlatırsınız. Şöyle birkaç örnek vereyim; Sait Türek, babasının adıyla anılmadı. Her zaman kendi başarısı ve kişiliği ile anıldı ve tanındı. Ahmet Karadağ kayınpederi Adnan Erbil ile anılmadı. “Bizim Ahmet” olarak çıktı, çevresi ve üslubuyla kendine has bir yol izledi. Ferdi zeyrek defalarca tekrar etmesine rağmen Traşçı Ahmet’in oğlu olarak anılmadı. Cihan Canuyar, milletvekili bir babanın oğlu olmasına rağmen çalıştı çabaladı ve Cihan Canuyar olmak için uğraştı ve başardı. Zaman ister emek ister bu tür ince ayrıntı ve başarılar. Geldiğin çevreyi unutmamak ayrıdır, geldiğin çevrenin insanlarını unutmamak ayrıdır.
Mücahit Arınç ise farklı bir sosyolojik değerlendirme. TOBB’da danışmanlık görevinin ardından İstanbul milletvekilliği yaptığında kimse Manisa’da Bülent Arınç’ın oğlu olarak bilmedi ve anmadı. Manisa’dan Milletvekili olduğunda Bülent Arınç ismiyle anılacağını bilmesine rağmen bu şehre geldi. İlk başlarda yoğun olarak bu isimle beraber zikredilse bile bundan rahatsızlık duymadan kendine münhasıran bir yol izlemeye başladı. Siyasi çıkışlarıyla, oluşturduğu çevre itibarıyla, yaptığı çalışmalarla bunun biraz zaman alacağını kendisi de gördü. Siyaseti bırakmasına rağmen katıldığı her program ve yayında gündem belirleyen Bülent Arınç’ın oğlu olmak ta sanırım o kadar kolay değil ve olmadığını Mücahit Arınç’ta biliyor.
Bunun belki en bariz örneği ise hükümeti her fırsatta eleştirmesine, Tayyip Erdoğan’ı tek eleştiren kişinin Bülent Arınç olmasına rağmen eğer Mücahit Arınç hala MKYK’da görev almışsa bu onun başarısını, bilgisini, becerisini ve yeteneğini ortaya koyduğunu gösteriyor.
Yeni siyasetçi profili işte tüm bu saydıklarımızı bir masaya yatırıp, verdiğim birkaç örneği ele alacak olursak, insan ilişkisi, iletişim sosyolojisi, halka ilişkiler, toplumsal davranışlar, insanı değerler ve tebessüm edip, insan gönlünü hoş tutmak kadar kolay. Tüm bunları ise süreklilik ister.