Manisa
09 May, 2024, Thursday
  • DOLAR
    32.21
  • EURO
    34.71
  • ALTIN
    2397.6
  • BIST
    10238.26
  • BTC
    61448.69$

BİRİZ-BİZİZ

28 February 2023, Tuesday 17:13

        6 Şubat sabahı yalnızca iki dakikada on kentimizin insanı tek bir kelimeyle anılmaya başlandı: Depremzede. Yaşamları, eğitimleri, sosyal statüleri, yaşları, hayalleri birbirinden farklı binlerce insan tek bir kelimeye sığışıverdi. Bu kelimenin içinde adını bilmediğimiz bebekler, kim olduğunu unutan yaşlılar, öğretmenler, öğrenciler, evlere temizliğe giden emekçi kadınlar, iş yeri yağmalanan tüccarlar, doktorlar, avukatlar, işçiler, işsizler, mühendisler var.

         Depremzede sadece bir sıfat değil, aynı zamanda yeni bir kimlik. 6 Şubat sabahından beri binlercemiz, alışık olduğu yaşamı geride bırakıp eline yeni bir kimlik kartı tutuşturulmuş insanlar olarak yaşamlarına devam etme gayreti içinde çırpınadursun, bir yandan da depremzedeler aşağı, depremzedeler yukarı diye anılıp duruyorlar. Bir tanım yapılması elbet elzem. Ancak bunun hemencecik dile oturuvermesi, söylenip geçilmesi, bir etiket halini almasında beni rahatsız eden bir şeyler var. Depremzede kelimesi bir durum tanımı olmasının yanı sıra, kategorik bir işaret, bir etiket aynı zamanda. İşte burada etiketlemeden kaynaklanan sinsi bir mesafe oluşuyor.

        Amerikalı psikolog Dr. David Rosenhan “Bir insanı etiketlendirdiğinizde, o insan ne yaparsa yapsın üzerine yapıştırılan etiketten kurtulamaz” diyerek yaftalamanın tehlikesine işaret eder. Ona göre toplum, birçok ortak değerden, deneyimden süzülerek gelen, kendi belirlediği ve kendiliğinden oluşan normalin uzağına düşenleri kategorize edip yaftalamak konusunda doğal bir reflekse sahiptir. Bu eğilim, insanlar arasındaki temas yüzeylerinin artmasından çok azalmasına, tarafların ayrışmasına, birbirine belli bir mesafede konumlanıp kopmalarına neden olduğunu söyler.

         Bizler belki de hayatlarımızda bugüne kadar hiç olmadığı kadar birbirimize sahip çıkıp destek olarak aramızdaki temas yüzeylerini sürekli ama sürekli arttırmalıyız. Acıyı görüp, üzülerek bakıp köşemize çekilmek yerine, pek çok gönüllünün işini gücünü bırakıp hemen koşması gibi “Buradayım” diyebilmeli, iyiliği ve şefkati büyütmeliyiz. Bu birlikte yürümek zorunda olduğumuz uzun, çok uzun bir yol.

        Bizler aynı vatanı paylaştığımız yurttaşlarımızın yaşadıkları bu felaketin, bu acının, içine düştükleri haksızlıkların tanıklarıyız. Depremin bu ülke için gerçek olduğunu, hepimizin her an kendini bir depremzede olarak bulmasının ne denli yüksek bir ihtimal olduğunun farkındayız. Birbirimize ait, birbirimize emanetiz. Bugüne kadar hiç gitmemiş olsak bile, artık Adıyamanlı, Kahramanmaraşlı, Antakyalıyız. Bir doğal afet bizleri ayırdı, bir de kelimelerin bunu yapmasına izin vermeyelim.

      Bizler; “Kader planı böyleymiş” denilerek başa geleni sessizce kabullenmeleri beklenenleri kaderlerine terk edemeyecek olanlarız. Bizler; Nemrut Dağı tepesinde, Asi Nehri kenarında, Maraş’ın, Adana’nın, Antakya’nın, Malatya’nın sokaklarındayız.

Yunus Emre’nin dediği gibi; “Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası”

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.