Manisa
08 Aralık, 2024, Pazar
  • DOLAR
    32.87
  • EURO
    35.18
  • ALTIN
    2451.1
  • BIST
    10646.93
  • BTC
    60357.035$

Çözümsüzlük Sarmalı

29 Haziran 2022, Çarşamba 14:30

      Kent demek insan demektir. Kentler biraz da, hatta azımsanmayacak ölçüde insanların anılarında yaşar. Hatıralarda, otobiyografilerde adı geçmeyen kentler, anısı yazılmayan, geçmişinden bugününden söz edilmeyen kentler; yaşanmayan kentlerdir. Belki de anılmaya değmez kentlerdir.

     Tersine, fiziki olarak terk edilip sözel olarak terk edilmeyenler de yaşamın taa ortasıdır. Yaşanan kent, hayal edilen kent, yaşamak istenmeyen kent, yaşanılmaz kent, büyük köy… Hepsi insanların kente atfettiği statülerdir ve insanlar kent için umut, düşünce, dilek ve taleplerini dile getirirler. Kentin olmazsa olmaz koşullarıdır. Onlarsız kent yoktur.

     İşte ben de burada kent için söz söyleme hakkımı kullanarak kent hakkındaki düşüncelerim ve fikri takip hezeyanı içinde taleplerimi dile getireceğim. Belki fazlasıyla öznel bir yaklaşım olarak değerlendireceksiniz. Bunlar azıcık geçmişin ışığında, biraz yaşanmakta olanların etkisiyle kısmen de gelecek için umut edilenlerin gerisinde şekillenen düşüncelerdir.

        Kentlerin çok genel “Yaşanabilirlik” kriterleri hariç mutlak doğruları yoktur. Değişim ve dönüşüme uğramaya mecbur adımlar atılırken kentin tarihi, geleneksel motifleri ve estetik anlayıştan uzak planlanan her dokunuş kenti ve kentlileri etkiler. Kent insanlarının tümüne yönelik olduğu varsaydığım değişiklik ve dönüşüme yönelik talepler ne denli tüm kentlileri kapsayıcıdır diye sorduğumuzda olumlu yanıt vermemiz zorlaşır. Olumlu yanıtın bir dayanağı kentte yaşayanların hepsinin insan olduğu ve insanın yaratıcı, üretken olmasının hep sorgulayıcı, eleştirel bir göze sahip olmaktan gelen yaratıcı huzursuzluğu duyuyor ya da duyabilir olmasıdır.

    Oysa Kentte yaşayanların büyük bir çoğunluğu da böyle bir huzursuzluktan uzaktır. Bu uzaklığın arkasında da eleştirelliklerinin, sorgulayıcılıklarının olmadığı görülür ya da doğrudan kendi yaşamlarını etkileyen bazı huzursuzluk nedenlerinden haberdardırlar ama onların yapabilecekleri bir şeylerinin olmadığını düşünerek onların dışındaki “yetkililerin” “görevlilerin” yapmaları gerektiğini düşündükleri  şeyleri yapmalarını bekler dururlar.

   Bekleyip duramadan geçmiş zamanın yeşil parkları, çimlerin davetiyle gözlerimizi dinlendirdiğimiz yeşilliğin “koruma” ve “saklama” çalışması diye yorumladığım metal ve çit örgülerle çevrilmesini kentlilik bilinciyle anlamaya çalışıyorum.

    Her kentte toplumsal sürecin işleyişine göre belirlenen ve uygulamaya konulan kararların niteliği ve kent yaşamına katkısını incelemeliyiz.

    Tarzan’ın torunlarının yeşili korumak için bireysel çabalarının sonucunu görmeyi beklemeden “park” “yeşil alan” olgusunun “kamusal alan” resmiyetiyle anlamlandırıp kentin park ve yeşil alanlarını kentliden koparmamak gerektiği düşüncesindeyim.

    Kentsel kültürde somut bir adım atılmadan önce kentlinin fikir ve görüşlerinin değerlendirildiği, eşitlikçi bir anlayışla her canlının kentteki yeşil alan kullanım hakkının olduğu bilinci ile yaklaşım, kent ve kentli arasında iadiyet oluşturacaktır.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.