Duygularımızı Dışlayarak Mantıklı Olamayız
“Aklın yüksek kullanımında duyguları göz ardı etmek, aklı yarım kullanmaktır.”
Bu cümleyi, gerçekten mantıklı bir karar verdiğimi düşündüğüm bir akşam okumak, beni ister istemez düşündürdü.
Çünkü aslında hepimiz hayatımızda bu gerçeğin izlerini taşıyoruz.
Toplum olarak “duygularına önem verme, mantıklı düşün” cümlesini yıllardır bir öğüt gibi, hatta bir yaşam kuralı gibi içselleştirdik. Mantıklı olmayı bir güç göstergesi hâline getirdik.
Fakat bunu yaparken insan psikolojisinin doğasına ters düşen bir yaklaşımı normalleştirdik.
Bu yüzden bugün çevremizde mantığıyla hareket eden, ancak bir o kadar da duygusal boşluk yaşayan, ilişkilerinde zorlanan, tükenen ama dışarıdan bakınca son derece “başarılı” görünen pek çok insan var. Bu durumun yalnızca aile ya da kültürle ilgili olmadığını da artık biliyoruz.
Çünkü modern yaşamın, özellikle de kapitalizmin dayattığı “duygusuz verimlilik” ideali bizi sürekli daha pragmatik, daha fazla çalışan, daha az hisseden bireyler olmaya zorluyor.
Tam da burada unuttuğumuz şey şu; Beynimiz böyle çalışmıyor!
Duygu merkezimiz olan amigdala ile mantıklı kararları yöneten prefrontal korteks birbirinden kopuk değil; aksine sürekli iletişim hâlinde. Dolayısıyla duygularımızı “engel” gibi görmeye başladığımızda aslında kendimizle savaşmaya başlıyoruz.
Çünkü bastırılan duygu kaybolmuyor; sadece başka bir yoldan kendini ifade ediyor. Bu da çoğu zaman felaketleştirme, aşırı genelleme gibi düşünce hatalarına yol açıyor. Yani duygularımızı yok saydıkça, aklımızın bizi yanıltma ihtimali artıyor.
Bu yüzden önemli bir karar vereceğimiz zaman kendimize küçük bir durak yaratmak çok işe yarıyor.
Bazen sadece şu soruları sormak bile zihnimizi toparlıyor;
— Şu an ne hissediyorum?
— Duygularım bana ne anlatıyor?
— Mantığım ne diyor?
— Sezgilerim nasıl yönlendiriyor?
Bu sorular, duyguyla mantığı karşı karşıya getirmek yerine yan yana yürütmemizi sağlıyor.
Danışmanlık süreçlerinde de aslında tam olarak buna eşlik etmeye çalışıyoruz. Danışanlarımızın duygu ve düşünce arasındaki o kopuk köprüyü yeniden kurmalarına, içsel uyumlarını bulmalarına destek oluyoruz.
Çünkü insan sadece düşünen bir varlık değil; aynı zamanda hisseden, anlamlandıran, ilişki kuran bir varlık.
Sonuç olarak; yüksek akıl dediğimiz şey, duyguları yok saymakla değil, onların dilini anlayabilmekle ortaya çıkar.
Duygularınızı susturmak yerine onları duymayı seçin. Çünkü ancak o zaman aklınızı tam anlamıyla kullanabilir, ilişkilerinizi derinleştirebilir ve daha anlamlı bir yaşam kurabilirsiniz…